İNCİNEBİLİR OLMAK
Küçük bir çocukken ağlamak bizim için çok doğal bir şeydir. Büyüdükçe her ağladığımızda yargılanır, yanlış kılınırız. Kimine göre ağlamak zayıflığı, kimine göre bir manipülasyonu, kimine göre acıyı, bazıları için de çaresizliği temsil eder. Erkekler için bu anlamlandırmaların hiçbirine gerek yoktur. Çünkü topluma göre erkekler ağlamaz gayet net bir kuraldır. Başka bir şeye gerek yoktur. Kızlar ise eğer güçlü olmak istiyorlarsa ağlamayı unutmak zorundadır. Hele bir iş kadınıysa kimse onu incinebilir, güçsüz, acı çeker halde görmemeleridir. Yani erkek gibi kadın olmalıdır, erkek gibi olmanın ilk kuralı da ağlamaktan vazgeçmektir.
Oysa bir de şükran gözyaşları vardır, bahar yağmuru gibi varlığınızı onurlandıran. Bazen bir nezaket karşısında, bazen yeryüzünün muhteşemliği karşısında, bazen kendinizi duymaya başladığınız o ilk anda ve daha bir sürü mucizevi anlarda ansızın geliverir. Acı yoktur, çaresizlik, zayıflık yoktur ya da bir amaç yoktur sadece şükran duygusu vardır. Ama yine de çoğu zaman diğerlerinin buna bir anlam yüklemesinden korktuğumuz için gizlemeye çalışırız. Bizi yargılamalarından, yanlış kılmalarından ya da bunu kullanmalarından yani aslında bizi incitmelerinden korkarız. Çünkü zayıf olursak insanların bizi incitebileceği söylemleri ile büyütülürüz çoğumuz. Bu yüzden şükran gözyaşlarımızı bile zayıflık zannetmemeleri için gizlemeye çalışırız. Oysa incinmekten kaçınmak yerine, bilişimize ve farkındalığımıza izin versek, tüm yargıları sadece ilginç bir bakış açısı olarak görsek evrenimizde incinmek diye bir şey olabilir mi?
Ya incinebilir olmaya da izin versek, kendimizi olduğumuz her halimizle alıp kabul etsek, ya diğerlerine bununla ilgili ilham olmaya gönüllü olsak acaba bu yeryüzüne nasıl bir katkı olurdu?
